Ana Sayfa

      

                   

  

İmparator ve İmparatoriçeler

  

En ihtişamlı tahtın üzerindeyken bile 

kişi sonuçta yalnızca kendi poposunun üzerine oturur.

 

Montaigne ~

          

  

Hepinize Merhaba,

 

İmparatoriçe kartımız Pamuk Prenses'in öz annesi olabileceği gibi üvey annesi de olabilir, aynı İmparator kartımızın bir babacan olabilecekken bir zorba da olabileceği gibi. Hangisi oldukları ise en son Mahkeme kartında tahtta nasıl oturduklarına bağlıdır. Kahramanın yolculuğunun sonunda sembolik olarak bir taç giyme töreni ya da bir düğün vardır. Sondan bir önceki kart olan Mahkeme kartı ise son bir sınanma kartıdır. Kahraman, gerçek kahraman mıdır, yoksa hile yapmış ve muhtemelen kahramanın bulunması zor hazinesini çalmış ve onun yerine geçmiş birisi midir, burada kanıtlanır. Kahramanın dünyaya karşı nasıl durduğunu, ne kadar sağlam ve doğru durduğunu burada anlarız. Yolculuğun lütfu burada yatar. Kahraman doğru ise, lütuf da onundur.

 

Nadine Labaki'nin "Peki Şimdi Nereye?" filmi bence şu günlerde her birimizin seyretmesi ve kendisine bir ders çıkartması gereken bir film. Seyretmeli ve nasıl bir İmparatoriçe ve nasıl bir İmparator olmak istediğimizi iyi düşünmeliyiz. Ben şahsım adına oradaki İmparatoriçelere çok imrendim. Onların arasında olmayı, öylesi İmparatoriçelerle sarılı olmayı ve etrafımda farklı İmparatorlar olabilmesi için benzer çabayı gösterebilecek ortamımın olmasını çok isterdim. Fakat bugünlerde tek yapabildiğim kenarda durup gemi azıya alınmış arabalara atlayıp yola çıkmış olan İmparator ve İmparatoriçeleri seyretmek.

                    

Geçen gün okuduğum bir yazı bağlamında nefret konusuna gene çok takıldım. Zaten epeydir takılmış durumdayım, en çok da nefretin insan doğasında yeri olmayan, ama öğretilen bir duygu olduğunun söylenmesi üzerine. Gerçek şu ki insanın içerisinde potansiyel olarak var olmayan bir şey ona öğretilemez. Nefret duygusu da insanda potansiyel olarak vardır ve aslında ona öğretilen şey onu nasıl bulup ortaya çıkaracağıdır. Tabii onu bulup ortaya çıkartmak yerine sevgi, hoşgörü, anlayış gibi daha olumlu duyguları bulup ortaya çıkartmayı seçebiliriz. Ama ne yazık ki bunları ortaya çıkartmak birincisi kadar kolay bir şey değildir. Birincisini ortaya çıkartırken günah keçisi "öteki"dir, ama sonrakileri ortaya çıkartırken günah keçisi bizzat "biz" kendimizizdir ve bu bizi ürkütüp acı verir. Çünkü ön koşul kendi şeytanımızın kabulüdür, kendi şeytanımızı kabul etmek de önce onu görmeyi gerektirir, onu görmek ise dehşet vericidir.

 

Tüm bunlara kafamı yorarken başka bir söze denk geldim. Söz özetle şunu söylüyordu, "Hep çocuklarımıza nasıl bir dünya bırakmak istediğimizi konuşuyoruz, ama biraz da dünyaya nasıl çocuklar bırakmak istediğimizi konuşsak..."

 

Dünya zaten acımasız ama üstüne bir de biz acımasız olmak zorunda değiliz. Dünyayı değiştiremeyiz, o acımasız ve hep öyle olacak, çünkü insanoğlu içinde şeytansılığı ve tanrısallığı aynı anda barındırıyor ve çoğu zaman şeytan galip geliyor. Ama bizler birer birey olarak kendi özgür irademizi kötüyü iyi ile dengelemekten yana kullanabilir ve kendimizi değiştirip dönüştürebiliz. Böylelikle sevgiyi nefrete, uzlaşmayı kavgaya, dostluğu düşmanlığa, sağduyuyu öfkeye, cesareti korkuya tercih edecek nesiller yetiştirebilir ve onlara koşulsuz sevmeyi öğretebiliriz.

 

Peggy O'Mara'nın dikkate değer bir sözü var, diyor ki "Çocuklarla nasıl konuştuğunuza dikkat edin, söyledikleriniz bir gün onların iç sesi olacaktır."

 

Dlierim çocuklarımızın iç sesleri sevgi dolu, yolunuz ise açık olsun.

  

© Güneş İlhan, 15 Eylül 2012, İstanbul

Rev. 26 Aralık 2019     

         

tarotdergisi@gmail.com

Başa Dön

© 2005-2019, BARIŞ İLHAN YAYINEVİ

Bu sitedeki tüm yazıların yayın hakkı Barış İlhan Yayınevi'ne aittir. İzinsiz hiçbir alıntı yapılamaz ve kopya edilemez.